Türkiye’nin Normalleşme Süreci… Atina’da çanlar Yeniden çalıyor!

Reuters


Atina’nın bölgesel siyaseti iki ana sütuna bağlanmış vaziyette. Bunların ilki, “Türkiye karşıtlığı.” İkincisi ise “Türkiye’nin yalnızlığı.” Demek ki Ankara bu iki alana ciddi mesailer harcayarak Yunanistan’ı bölgede boşa çıkartabilir. İşte bu noktada, başta Mısır, İsrail ve Suriye olmak üzere Türkiye’nin bölgede sorun yaşadığı ülkelerle normalleşme sürecine girmesi, Atina’da çanların yeniden çalmasına neden olacak.

Yunanistan, toprak ve nüfus bakımından küçük bir ülkedir. Ancak dünya çapındaki etkili diasporası, Antik Yunan mirası, deniz taşımacılığındaki önemi gibi faktörlerden dolayı küresel ölçekte saygı görmektedir. Yunanistan’ın bu saygınlığını, şimdiye kadar, başka devlet ya da devletleri kendi istediği doğrultusunda etkilemek amacıyla kullandığı görülüyor. Yunanistan’ın hemen hemen tüm yakın komşuları başta Türkiye olmak üzere bu politikadan fazlasıyla nasibini almıştır. Açıkça söylemek gerekirse, Batı dünyasının Yunanistan’a uyguladığı pozitif ayrımcılık Atina’ya yakın komşularına karşı siyasi dolaplar çevirmek gibi ciddi fırsatlar sundu. Atina’nın Türkiye politikası geleneksel bağlamda oldukça katidir.

Dengeyi bozan Atina

Bilhassa bu katilik, Atina’nın zihinsel haritası ile fiziksel haritası arasındaki farkla kendisini bir kez daha somutlaştırır. Geçmişten bugüne birçok farklı siyasi görüşe sahip hükümet Atina’da işbaşına gelmiş olsa da Atina’nın Türkiye politikası neredeyse her zaman aynı kalmaya devam etmiştir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor: Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdeniz’de ortaya koyduğu revizyonist politikalarla kendi egemenlik alanlarını genişletmeye çalışan kuvvet Yunanistan olmuştur. Ege Denizi’nde (Adalar Denizi) Lozan Antlaşması’nın kurduğu ve koruduğu dengeyi 1930’lu yılların başından bu yana Atina hükümetleri bozmaya çalışmaktadır. Aynı durum 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması için de geçerlidir. Yunan hükümetleri her iki antlaşmanın hükümlerine ahde vefa göstermeyerek açık bir şekilde belirtilen “adaların silahsızlandırılması” kuralını çiğnemiştir. Şimdiye kadar Atina, bilindik ve beylik ifadelerle Adalar Denizi’ndeki statüko bozucu hukuk dışı davranışlarını ulusal güvenlik kaygısı ile geçiştirmeye çalışmıştır.

Yukarıdaki cümleler ışığında Atina’nın izlediği “değişmez” Türkiye politikası üç ana başlığa ayrılabilir. Birincisi, antlaşmalara uymama, statükoyu bozma ve egemenlik alanlarını sürekli genişletme. Adaların silahlandırılması, işgali, karasuları ve kıta sahanlığı iddiaları bu bağlamda değerlendirilebilir. İkincisi, Türkiye’yi yayılmacı, saldırgan ve revizyonizm taraftarı olarak sunma. Görevdeki Miçotakis hükümeti başta olmak üzere iş başına gelmiş Yunan hükümetlerinin neredeyse tamamı, Türkiye’nin Yunanistan’ın toprak bütünlüğüne ve egemenlik haklarına karşı sistematik bir saldırı içerisinde olduğunu iddia etmişlerdir. Maalesef karşı tarafı suçlama veyahut suçlu gösterme Yunan hükümetlerinin kötü bir alışkanlığıdır. Üçüncüsü ise Türkiye ile olan sınırını NATO ya da Avrupa Birliği (AB) güvencesi altına alma. Atina’nın bu stratejisi uzun süre ortalıkta kalmış, başarısız olmuştur. NATO ve AB’den beklediği desteği bulamayan Yunanistan bu defa rotayı Amerika’ya çevirmiştir. Atina’nın bu stratejiye yönelmesini sağlayan neden, Türkiye’den korunmak ya da Türkiye’nin olası bir saldırısını önlemek veya geri püskürtmek değil, Yunanistan’ın genişleme sahasını güvence altına almaktır. Bir başka ifadeyle Atina’nın gayesi savunma değil yayılmadır.

‘Ben’ yerine ‘biz’ vurgusu

Bu noktada Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) tavrı önemlidir. Şurası çok açık ki ABD, Yunanistan’ın Ege Denizi’ne ilişkin tezlerine destek vermektedir. Bunun en somut göstergesi, Dedeağaç’tan Girit’e uzanan hattı silahlandırmasıdır. Zira böyle bir davranışı tercih ederek Yunan yayılmacılığına güvenli bir alan oluşturmaya çalışmıştır. Halbuki ABD’den beklenen Anadolu’nun burnunun dibindeki Doğu Ege Adaları’nın Yunanistan tarafından silahlandırılmasına karşı durup NATO müttefiki iki ülke arasında barış ve güvenlik ortamının oluşmasına yardımcı olmaktı. Ancak Yunan lobilerinin tesiriyle Beyaz Saray, bu konudaki tüm basiretini yitirmiş, rasyonel ve tarafsız pozisyonunu kaybetmiştir.

Kaleme aldığım daha önceki yazılarda da belirttiğim üzere Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde bir taraftan Türkiye’yi dengelemek, diğer taraftan da Türkiye’den bazı tavizler koparabilmek adına küresel ve bölgesel düzeyde yoğun bir diplomatik mesai harcıyor. Batı kanadında Amerika, Fransa ve Avrupa Birliği’ni, doğuda da İsrail, Güney Kıbrıs, Ermenistan ve Arap ülkelerini, Türkiye’ye karşı harekete geçirmeye çalışıyor. Atina’nın yürüttüğü diplomaside en dikkat çeken nokta, kullandığı dil ve retorik. Bu doğrultuda Yunanistan’ın Batılı ortaklarının ve kamuoyunun desteğini alabilmek amacıyla “ben” yerine “biz” vurgusunu sıkça yaptığı görülüyor. Mesela Yunanistan’ın egemenliği, güvenliği yerine Avrupa’nın egemenliği, güvenliği ve istikrarı gibi daha kapsayıcı ifadeleri tercih ediyor. Bölgesel düzeyde ise, “Türkiye’nin saldırganlığı, yayılmacılığı, müdahaleciliği ve İslam merkezli Osmanlıcılık siyaseti” şeklinde bölgedeki ülkelerin tepkisine yol açabilecek kavramlar kullanmayı yeğlediği anlaşılıyor.

Köprü olmak istiyor

Atina’ya göre Türkiye’nin, “Neo-Osmanlıcılık” siyasetinden dolayı komşularıyla arası açıldı ve bölgede giderek yalnızlaştı. Aslında Atina burada kendini ele veriyor. Zira Yunanistan, Türkiye’nin komşularıyla arasının açılmasından ziyadesiyle memnun. Lakin üzülmüş ve endişelenmiş gibi bir hava estiriyor. Oysa Atina’nın yeni bir jeopolitik rol peşinde koştuğunu ve bu uğurda Türkiye’yi saf dışı etmek için büyük bir çaba harcadığını aklı kesen herkes rahatlıkla okuyabiliyor. Yunanistan’ın öncelikli amacı, Ortadoğu ile Avrupa’nın yeni köprü ülkesi olmak. Batı ittifakı bu rolü, önceki yıllarda Türkiye’ye biçmişti. Fakat Türkiye’nin senaryodaki rolü oynamak yerine kendisine yeni bir rol seçmesi, Batı’nın tüm hesaplarını altüst etmiştir. Lafı eğip bükmeye hiç lüzum yok. Türkiye, son on yıldır kendisine layık görülen rolün sadık bir oyuncusu olamayacağını defaatle teyit etmiştir. Hal böyle olunca, Washington’un tüm ağırlığını Yunanistan’a kaydırma şeklinde bir vaziyet aldığı anlaşılıyor. ABD’nin bölgede oyuncu değişikliğine gittiğini Yunanistan’ın Dışişleri Bakanı Nikos Dendias da itiraf ediyor. Dendias yaptığı bir açıklamada şöyle diyordu: “Amerika, Yunanistan’ı Avrupa ile Ortadoğu arasında yeni bir köprü olarak görmek istiyor. Çünkü bizim hem İsrail’le hem de Arap dünyasıyla ilişkilerimiz çok iyi.”

Aslında Dendias’ın bu minvaldeki açıklamaları, tersten okunduğunda Türkiye’ye yol gösterici bilgiler sunuyor. Neden mi? Çünkü Atina’nın bölgesel siyaseti iki ana sütuna bağlanmış vaziyette. Bunların ilki, “Türkiye karşıtlığı.” İkincisi ise, “Türkiye’nin yalnızlığı.” Demek ki Ankara bu iki alana ciddi mesailer harcayarak Yunanistan’ı bölgede boşa çıkartabilir. İşte bu noktada, başta Mısır, İsrail ve Suriye olmak üzere Türkiye’nin bölgede sorun yaşadığı ülkelerle normalleşme sürecine girmesi, Atina’da çanların yeniden çalmasına neden olacak türden gelişmelerdir. Şunu unutmamak gerekiyor: Türkiye ile Yunanistan sağlıklı bir şekilde mukayese edildiğinde, Yunan dış politikasının, Türk dış politikasının bir fonksiyonu haline geldiği görülür. Başka bir ifadeyle, Yunan dış politikasının Türk dış politikasının hamlelerinden etkilenme kapasitesi oldukça yüksektir. O halde Ankara’ya düşen, bölge ülkeleriyle iş birliklerini en kısa sürede artırmaktır. Böyle yapıldığı takdirde Atina’nın Türkiye’yi çevreleme ve yalnızlaştırma politikasının bir anlamı kalmayacaktır.

Yunanistan’ın yıllardan beri gözettiği temel stratejilerden biri, Türkiye’yi içeride ve sınırlarında terör örgütleriyle meşgul etmektir. Zira Atina’nın PKK ile kurduğu ilişkinin detaylarına açık kaynaklardan bile ulaşmak mümkündür. Diğer taraftan Türkiye ile Mısır, Türkiye ile İsrail ve Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin soğukluğu en çok Atina’nın işine yaramaktadır. Nitekim Türkiye’yi Ege Denizi’nden uzak tutmak, Ankara’nın başka sorunlarla boğuşmasını sağlamak Yunanistan’ın iştiyakla tercih ettiği bir durumdur. Hal böyle olunca Yunan hükümeti, Türkiye’nin bölgesel ilişkilerini düzeltici yönde adımlar atmasından bir hayli rahatsızlık duymaktadır. Aslında Atina’nın kendi namına yaptığı bu hesap doğrudur. Ancak sürdürülebilir bir mantıktan yoksundur. Nihayetinde Türkiye’nin Yunanistan’ın Ege’deki hukuk dışı taleplerine ve eylemlerine karşı koyabilmesi için tüm gücüyle yönünü Ege ve Doğu Akdeniz’e çevirmesi şarttır. Yıllardır Atina hükümetleri bu realitenin önüne geçmek üzere siyaset üretmektedirler. Anlaşıldığı kadarıyla artık bu yol, sona ermek üzeredir. Türkiye’nin akıllı bir siyasetle Atina’nın hamlelerini boşa çıkarması an meselesidir.

kaynak : AKŞAM

Total
0
Shares
Related Posts